RSS FEED

Sayfalar

26 Mayıs Grevini Örgütleyelim


Kamu Emekçileri Cephesi ve Devrimci İşçi Hareketi 19 Mayıs 2010 tarihinde yazılı açıklamalar yayınladılar:


26 MAYIS GREVİNİ ÖRGÜTLEMEK EMEKÇİLERE
BUNDAN VAZGEÇİŞ DÜZENE HİZMET EDER!

Tekel işçilerinin, 4/C'ye karşı Ankara'da başlattıkları direniş 78 gün sürdü. Tekel işçilerinin bu direnişi sonucunda 22 Şubat 2010 tarihinde konfederasyonlar (Türk-İş, DİSK, KESK, Türkiye Kamu-Sen) 26 Mayıs'ta genel grev kararı almıştı. 26 Mayıs'a yaklaşıldığı şu günlerde Türk-İş ve Kamu Sen "eylemin yapılmasının koşulları kalmadı" bahanesini sunarak eylemden kaçışa hazırlanıyorlar.

Gerçekler ortada, 26 Mayıs Grev kararı aldıran koşullarda hiçbir değişiklik yoktur. Değişiklik konfederasyonların verdikleri sözü tutmaması olacaktır. 26 Mayıs Grev kararı kendi içinde birçok yanıyla eleştirilebilir, eksik bulunabilir ancak her şeye rağmen bu karar emekçiler lehine bir karardır. Bu karar şimdi yerine getirilmesi gereken bir karardır. 26 Mayıs genel grevi; başta Tekel işçileri olmak üzere tüm işçilere ve halka verilen sözdür.

SÖZ TUTULMALIDIR!

26 Mayıs genel grevi; emekçilere yönelik saldırıları durdurabilmek açısından, yerine getirilmesi gereken bir görevdir.

BU GÖREVİ ÜSTLENMEKTEN KAÇILMAMALIDIR!

Haklı veya haksız hiçbir neden, Tekel direnişinin ortada bırakılmasının mazereti olamaz. Bu eylemin ertelenmesi veya iptal edilmesi halinde, devletin, AKP hükümetinin istediği olacak; direnişi unutturmak, yalnızlaştırmak, bitirmek...

İŞÇİLER, MEMURLAR, EMEKÇİLER!

26 Mayıs Genel Grevi'nden vazgeçmek, iktidarın emekçi düşmanı politikalarına hizmet edecektir.

Emekçiden yana görünüp düzene hizmet etmek, direnişin orta yerinde ileri bir tarihe karar alıp söz vermek ve bu tarih karşımıza çıktığında sözünü unutup vazgeçmek düzen sendikacılığıdır, bürokrat sendikacılıktır. Emekçiler bir kez daha gerçek dostlarını görüyorlar. İşçiler, memurlar, emekçilerin haklarını kararlılıkla savunacak, ekmek için, adalet için mücadeleyi kararlılıkla yükseltecek bir çizgi, ancak devrimci sendikacılık önderliğinde uygulanabilir.

Her yerde, devrimci sendikacıları destekleyin. Devrimci çizgiye güç verin.

Devrimci İşçi Hareketi

***


26 Mayıs Grevini Örgütleyelim
İLERİCİ SENDİKALARI SORUMLULUĞA ÇAĞIRIYORUZ

26 Mayıs'a sayılı günler var. Bilindiği gibi, Tekel işçilerinin yeni deneyimler, kazanımlar yaratarak sürdürdüğü mücadele her kesimde destek buldu, direniş şu veya bu biçimlerde çok değişik kesimleri içine aldı. Direnişin ileri boyutlara vardığı aşamada KESK, DİSK, Türk-İş ve Türkiye Kamu-Sen 26 Mayıs'ta grev kararı aldılar. Güvencesiz çalışma ile ilgili uygulamalar, kıdem tazminatı, işsizlik sigortası, sağlıkta katkı payı uygulaması başta olmak üzere on iki talepten oluşan bir bildiri yayınlayan konfederasyonlar bu taleplerin karşılanmaması durumunda 26 Mayıs'ta genel greve gideceklerini açıklamışlardı. Bu karar o günün koşullarında gecikmiş, ileri tarihe atılmış bir karar olsa da sahiplenilmesi gereken bir karardı. Ancak konfederasyonlardan daha ileri kararlar bekleyen işçiler, emekçiler herşeye rağmen bu kararı sahiplenmişken, kararın altında imzası olan konfederasyonlar kendi aldıkları kararı unutmuş görünüyorlar. Öyle ki KESK genel merkez yöneticilerinin il gezilerini saymazsak grevin örgütlenmesi için harcanması gereken bu üç ay boyunca kayda değer hemen hiçbir çabaya tanık olmadık. Bugün gelinen noktada Türk-İş ve Türkiye Kamu-Sen, koşulların değiştiğini öne sürerek grevi uygulama niyetinde olmadıklarını gösteriyorlar. Oysa değişen bir şey yok. Ne grev kararı açıklanırken ifade edilen taleplerde işçilerden yana bir düzelme söz konusu ne de ülkenin genel gündeminde grevi erteleyecek, grevden vazgeçecek bir gelişme var.

26 Mayıs eylemi, başta Tekel işçileri olmak üzere tüm işçilere ve halka verilen sözdür. SÖZ TUTULMALIDIR. 26 Mayıs eylemi, emekçilere yönelik saldırıları durdurabilmek açısından yerine getirilmesi gereken bir görevdir. Bu görevi üstlenmekten kaçılmamalıdır. Gerekçesi ne olursa olsun, her türlü geri adım düzene güç verir. Haklı veya haksız, hiçbir neden, tekel direnişinin ortada bırakılmasının mazereti yapılamaz. Bu eylemin ertelenmesi, iptal edilmesi, sahiplenilmemesi tamda AKP hükümetinin istediğidir. İktidarın istediği de bu değil miydi? Direnişi unutturmak, yalnızlaştırmak, bitirmek... 26 Mayıs Genel Grevinden vazgeçmek, buna hizmet eder.

Önce mevcut tepkiyi nötralize etmek için eylem takvimi açıkla, sonra o eylemi yumuşat, içini boşalt veya tamamen vazgeç! Bunu yapan konfederasyonlar, sendikacılar temsil ettiği emekçiler nezdinde sözünde durmayan, ciddiyetsiz, sorumsuz, güvenilmez sendikacılar ve konfederasyonlar olacaktır.

İŞÇİLER, EMEKÇİLER!
26 Mayıs Grevi, emekçilerin gerçek dostlarının devrimciler olduğunu bir kez daha gösteriyor. Emekçileri kazanıma götürecek çizginin düzen yanlısı sendikacılık, bürokrat sendikacılık olmayacağını bir kez daha gösteriyor. İşçiler, memurlar, emekçilerin haklarını kararlılıkla savunacak, ekmek için, adalet için mücadeleyi kararlılıkla yükseltecek bir çizgi, ancak devrimci sendikacılık önderliğinde uygulanabilir.

Her yerde, devrimci sendikacıları destekleyin. Devrimci çizgiye güç verin.

EMEKÇİYİZ HAKLIYIZ KAZANACAĞIZ

KAMU EMEKÇİLERİ CEPHESİ

29 işçinin cansız bedenine ulaşıldı

Zonguldak bu sabah güne acı bir haberle uyandı. Dün gece 28 işçinin cansız bedenine ulaşıldı, bugün 1′i daha bulundu. Diğer işçiyi arama çalışmaları sürüyor. İşçiler tanınmayacak halde, yakınlarını gören aileler perişan.ZONGULDAK- 3 günlük bekleyiş, yerini gözyaşı ve acıya bıraktı. Günlerdir beklenen oldu, işçilere ulaşıldı. Ancak cansız bedenlerine. TTK’ya ait ve taşeron şirketin işlettiği madende, yerin 540 metre altında 29 işçinin cesedine ulaşıldı.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer ile Enerji Bakanı Taner Yıldız, önce 28 işçinin cesedine ulaşıldığını açıkladı.

Karadon’daki asansörün kısmen tamir edilmesiyle aşağı inen kurtarma ekipleri, havuz bölgesinde 19 ceset, patlamanın meydana geldiği yerin arkasında da 9 ceset bulundu.

İşçilerin cansız bedenleri, Karadon bölgesinden çıkarıldı.

Daha sonra ise 1 işçinin daha cesedine ulaşıldı. Diğer işçiyi arama çalışmaları sürüyor.

KİMLİKLER TEŞHİS EDİLEMEDİ

Çalışma Bakanı Dinçer, henüz cesetlerin teşhis edilmediğini bildirirken, Enerji Bakanı Taner Yıldız ise ilk teşhisin karbonmonoksit zehirlenmesi olduğunu söyledi.

AİLELER PERİŞAN

Karadon’da aileler, yakınlarını teşhis etmeye çalışıyor. Ancak içeriden çıkan ailelerin hepsinin çok kötü durumda olduğu görüldü. Cesetlerin saat 13.30′da çıkarılarak hastaneye götürüleceği öğrenildi. İşçilerden 9′unun cenazesi memleketleri Çaycuma’ya götürülecek.

Bu arada, gazeteciler, bakanların talimatı üzerine Karadon’a alınmıyor. Bölgede olan gazeteciler, polis tarafından kollarından tutularak dışarı atıldı. Aynı zamanda “İnsanlar burada ekmek parasına ölüyor” diye tepki gösteren iki kişi de polis zoruyla dışarı çıkarıldı.

Etkin Haber Ajansı / www.sosyalistgazete.com

Türkkan_85 ve Sivilay Abla


Soru: Sevgili Sivilay Abla, ben bir Türk oğlu Türküm. Türk olmaktan korkunç gurur duyuyorum. Bunları yazarken titriyorum. Cezbe halim geçmiyor. Türkiyemdeki sokak kedilerinin dahi diğer ülkelerdeki kedilerden daha üstün olduğunu düşünmekten kendimi alamıyorum. Bütün günümü internet kafede Türklüğe yapılan saldırıları püskürtmekle geçiriyorum. Geceleri ise plakalardaki mavi AB etiketinin üzerine kırmızı beyaz Türk etiketi yapıştırarak arabaları millileştiriyorum. Sence ben hasta mıyım? (Rumuz: Turkkan_85)

Cevap: Sevgili Turkkan_85, Türk olmaktan istediğin kadar gurur duyabilirsin ama bakalım Türk olmak da seninle gurur duyuyor mu? Kendine önce bu soruyu sormakla işe başlayabilirsin. Türk olmanın gurur duyulacak bir değer olmasına senin katkın nedir? Yoksa Türk olmaya yük müsün?

video http://www.vimeo.com/9519527

Hülya Emecan yaşıyor


Birgün gazetesinden Nazım Alpman'ın haberi şöyle:

Bu yıl 1 Mayıs 1977 ile ilgili pek çok yeni şey ortaya çıktı. Bunların başında Taksim’de 1 Mayıs kutlaması dünyanın sonu anlamına gelmediği belli oldu. İkincisiyse şimdiye kadar bilinenin aksine o büyük katliamda 36 değil 42 kişinin ölmüş olduğu idi. Şimdi bunlara bir yenisi ekleniyor: 1 Mayıs 77 Şehidi Hülya Emecan ölmedi, yaşıyor!

Bu yıl Taksim’deki 1 Mayıs kutlanması yakın tarih açısından pek çok şeyi yeniden gündeme getirdi. Öncelikle DİSK’in yıllardır bıkmaz bilmez bir inatla istediği “Taksim’de 1 Mayıs Kutlaması” yapmak hiç de öyle 32 yıldır yasaklanacak kadar gizemli bir şey olmadığı ortaya çıktı.

İkinci olarak bizim İZTV için hazırladığımız “Emeğin Kanlı Düğünü” belgeselinde tescillendi: 1 Mayıs 77’de şimdiye kadar söylenenin aksine 36 kişi değil, 42 kişi ölmüştü. Bu tarihi tespiti, DİSK’in Basın Yayın Müdürü Fahrettin Erdoğan’ın titiz dikkatine borçluyduk.

Fahrettin geçenlerde bana telefon ederken yine “tarihi” olaya imza atıyordu:

-Ağabey ‘1 Mayıs 77 şehitlerinden Hülya Emecan’ ölmedi, yaşıyor!

Bizim kuşak “dövüşenler ölenlerin tutmaz yasını” şiarıyla yetiştiği için sıcak mücadele içinde kim öldü, kim kaldı bakacak halimiz de yoktu. Toplumsal mücadelenin önümüze koyduğu yeni hedeflere kilitlenmiş biçimde doludizgin yaşıyorduk. Eğer o yıllarda dikkatli bir kulak Hülya Emecan’ın “siz dövizlere pankartlara yazıyorsunuz ama ağabeyler ben ölmedim” demesi duyabilirdi. Ama olmadı, olamadı işte… Genç öğretmen Hülya’nın sayısız kere DİSK ve bağlı sendikaların bölge ve fabrika temsilcilerine bu gerçeği ifade etmesi de bir işe yaramadı. Sonra 12 Eylül geldi. Artık kimsenin ölmeyip de sağ kalanın derdini anlayacak hali kalmamıştı. Hayattaysan ne mutlu sana!

ÖĞRETMEN HÜLYA’NIN 1 MAYIS RÜYASI
Hülya Emecan’ın 1 Mayıs 1977 macerası bir yıl öncesinden başlıyordu. O yıl ilk kez yapılan 1 Mayıs 1976 kutlamalarına öğrenci olduğu için katılamamıştı. Kendisine “bir örgütün kortejinde yer almasan alana giremezsin” denilmişti. O da sineye çekmişti, örgütsüz olmasını… Ama 1 Mayıs 1977 gelip çatınca o zaman iş değişmişti. Hülya artık cebinde gururla taşıdığı TÖB-DER kimliğine sahip gen bir öğretmen olmuştu.
Annesi Mesture Hanım “kızım” demişti:

-Ne olur gitme, kurban olayım bu gece rüyamda gördüm silahlar falan patlıyordu. Başına bir şey gelebilir. Gel otur evinde…

-Anne senin rüyana göre hareket edecek değiliz her halde! Yüz binlerce işçi emekçi orada olacak. Ben bir yıldır bu günü bekliyorum, hiçbir şey olmayacak korkma sen canın annem benim!

Yirmi yaşında idealist bir öğretmeni yolundan kim döndürebilir ki?

Hülya Emecan 1 Mayıs 1977 sabahı Beşiktaş’taki ana kortejde TÖB-DER saflarında yerini alıyor.

CİĞERLERİM EZİLİYOR SANDIM
1 Mayıs töreni ne içinde gelişerek sürüyor. Hülya Emecan’ın içinde bulunduğu delegasyon ******* Anıtı ile kürsü arasında otobüs durakları mevkiinde (şimdiki Metro girişi) yer alıyor. Halaylar, alkışlar, sloganlar… Her şey olması gerektiği gibi gelişiyor, dinamik bir neşe, gelişen güçlü mutluluk ve yaygınlaşan dayanışma duyguları içinde törenin sonuna doğru geliniyor. O zamana kadar Hülya öğretmen hiç bir kaygı duymuyor. Kemal Türkler’in konuşmasına başladığı sırada alana görkemli bir giriş yapan DEV-YOL ve Kurtuluş gruplarının güçlü sloganları kürsüyü bastırır hale gelince ilk kez kaygılanıyor:

- Bu hayra alamet değil galiba!

Aradan sadece birkaç dakika geçiyor ki, silahlar patlamaya başlıyor. Ortalık savaş meydanına dönüyor. Ama Hülya öğretmenin şaşkınlığı kendini korumaya muktedir değildir:

-O zamana kadar hiç silah sesi duymadığım için ne yapacağımı bilemiyordum. Birisi kolumdan çekerek ‘çabuk yere yat’ diye bağırdı. Yattım. Sonra kalkıp Taksim gezi parkının merdivenlerine doğru koşmaya başladık. Yeniden ateş açıldı, yeniden yerlere yattık. Ben kalkmakta zorlanınca insanlar ayaklarıma basarak geçtiler. Merdivenlerin yanına gelmiştim, ciğerlerimin sıkıştığını hissettim. Nefes alamıyordum. Orta yaşlı bir adam beni kolumdan tuttu yukarı çekti. Durun gelmeyin diye bağırıyordu ama kimsenin dinleyecek hali yoktu. Çünkü üzerimize kurşunlar yağıyordu.

POLİSİN ÖĞRETMENLİK SORUSU
Hülya Emecan ezilmekten kurtulunca hemen oradan kaçıp gitmek yerine dönüp alana bakıyor ki, büyük bir vahşet tablosu dakikalar içinde hızla gelişiyor:

-******* Kültür Merkezi önündeki panzer ses bombaları atarak, su sıkarak kalabalığın üzerine gidiyordu. Bu arada ezilenler, kurşunla yaralanıp ölenler meydanda boylu boyunca yatıyorlardı. O panzer her şeyi alt üst etti, katliamın en büyük sebebi alana giren o panzerdi!
Hülya Emecan yaşadığı travmanın etkisiyle kendini Gezi Parkı’nın arkalarına doğru koşarken buluyor. Divan Oteli’nin yanına nasıl geldiğini bilmiyor ama oradaki manzarayı iyi hatırlıyor:

-Divan Pup’da insanlar çaylarını kahvelerini içiyorlardı. İki yüz metre ilerde bir cehennem kurulmuştu ve insanlar ölüm kazanında kavruluyorlardı, burada ise o manzaradan tamamen farklı bir resim vardı.
Beşiktaş’a inerken yanına gelen ve çevreyi bilmeyen bir gence yardım ettiğini de hatırlıyor:

-Birlikte Beşiktaş Meydanına kadar indik!

Sonra Gaziosmanpaşa’ya gitmek için bir dolmuşa biniyor. Taksim yönü kapatılmış olduğundan Eminönü-Cağaloğlu üzerinden ilerliyorlar. Tam Vilayet binasının önüne geldiklerinde bir çevirme noktasına takılıyorlar:

-Polis kimlik sordu, benim üzerimde TÖB-DER kimliği vardı. Bir de alanda dağıtılan bildirilerden birini buldular. Artık zanlı hale gelmiştim!
Polislerden biri Hülya Emecan’ın öğretmen olduğunu öğrenince aynen şöyle soruyor:

-Okulda öğrencilere orospuluk mu öğretiyorsun?

Genç öğretmen Hülya mesleğine yapılan bu hakaretten sonra susacak hali yoktur:

-Senin çocuklarına okulda orospuluk mu öğretiliyor?

Polis memuru Hülya öğretmeni polis otobüsüyle duvar arasında kalan dar bir yere çekiyor, Silahını çıkartıp şakağına dayayarak diyor ki:

-Seni şimdi şuracıkta vururum kimsenin de haberi olmaz!

O anda genç bir rütbeli polis gelip “ne yapıyorsun?” diyerek esir kızı (!) kızı kurtarıyor. O gün I. Şube çok dolu olduğu için Hülya’yı II. Şubeye yolluyorlar.

KURTULUŞ KOMŞU POLİSLE
Hülya Emecan II: Şubede çile doldururken kardeşi ağabeyi Hasan ile kardeşi İsmail Emecan TÖB-DER’in Aksaray’daki binasında ondan bir yaşam haberi bekliyorlar. Bu arada bütün hastaneler dolaşılıyor. Bu arada bazı hayırlı arkadaşlar “siz bir de morga baksanız iyi olur” diyorlar! Morga da gidiyorlar ama sonuç yok.

En sonunda komşu dairede oturan polis memuru Mustafa’ya (bu ismi Hülya hatırlıyor) söylüyorlar. Mustafa bir Toplum Polisi (Çevik Kuvvet) her yere girip çıkıyor. II. Şubede Hülya’yı buluyor. Gerekli girişimleri yapıyor. Sonunda Hülya serbest bırakılıyor:

-Ben bir hafta sonra bir gece yarısı Sirkeci’deki II. Şubeden saldılar ama saat 02.00’de… O saatte otobüs yok. Taksi parası yok. Genç bir kızım, nereye gideyim? En iyisi sabaha kadar burada (II. Şube) bekleyeyim dedim.

Gece yarısı II. Şubenin kapısında bekleyen genç bir kız kimin dikkatini çekmez ki? O sırada nöbeti bitmiş iki sivil memur Hülya’nın yanına gelip diyorlar ki:

-Bu saatte burada bekleyemezsin, burası ipsiz sapsızların girip çıktığı bir yer!

Kendilerinin komiser olduklarını söyleyip kimliklerini de gösterip Hülya’ya “güvenilik” olduklarını ispatlıyorlar. Onu alıp Gaziosmanpaşa’daki evine götürüyorlar. Hatta ikinci kata kadar çıkartıp annesine teslim ediyorlar:

-Kızını getirdik anne!

Hülya Emecan’ın annesi Mesture Hanım önce donup kalıyor. Sonra sevinç içinde boynuna atlıyor. Sonra gerçek bir anne oluyor, kaşlarını çatarak söylenmeye başlıyor:

-Ben sana gitme demedim mi? Bak neler oldu? Senin öldüğünü sanıyorduk!

DİSK’E HABER YOLLADIM AMA
Hülya Emecan kendi ismini “1 Mayıs Şehitleri” arasında görüyor. O yıllarda gittiği dayanışma ziyaretlerinde grevdeki işyeri temsilcilerine, sonra DİSK’in Bölge Temsilcilerine “ölmediğini” anlatmak için epeyce dil döküyor. Ama hepsi “ya öyle mi, ben iletirim” diyerek onu dinliyor. Ama pankartlardan, dövizlerden Hülya Emecan ismi bir türlü inmiyor. Derken 12 Eylül geliyor. O yıllar kim öle, kim kala yılları… Sonra da Hülya Emecan işin peşini bırakıyor.

Ta ki, bu yıl Birleşik Metal-İş Sendikası’nın Yürütme Kurulu Üyesi Celalettin Aykanat’aın yakın arkadaşı Yılmaz Bayram’a söyleyene kadar… Bu yıl özel bir dönem ya, herkes birbirine iletiyor. Ama DİSK’te Fahrettin Erdoğan var! Haberi alınca Nazım Abisini arıyor, o da konuyla ilgileniyor böylece haber ortaya çıkıyor:

-Hülya Emecan yaşıyor! (Birgün)

Hacettepe Üniversitesi yine atakta


TEKEL işçilerine destek verdiği için, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü etkinliklerine katıldıkları için öğrencisine soruşturma açan Hacettepe Üniversitesi, şimdi de ulaşım zamlarını protesto eden öğrencilerle uğraşmaya başladı.

Hacettepe Üniversitesi Beytepe kampüsünde 17 Mart günü gerçekleştirilen ulaşım hakkı eylemine katılanlara okul yönetimi tarafından soruşturma açıldı. Danıştay'ın ulaşım fiyatlarını 6 yıl öncesine geri çektirerek "bu paraya da yolcu taşınır" demesine rağmen İ. Melih Gökçek'in ısrarla eski haline döndürdüğü ulaşım fiyatlarından sonra öğrenciler durumu protesto etmişlerdi.
ODTÜ ve Beytepe'de de ulaşım hakkı eylemlerine katılan 127 öğrenci gözaltına alınmıştı. Öğrencilerin katıldığı eylem ve etkinliklerin ardından öğrencisini velilere şikayet eden yada soruşturma başlatan okul yönetimi bu sefer de Öğrenci Kollektifi Üyesi öğrenciler hakkında soruşturma açarak yeni bir skandala imza attı.
Öğrencilere soruşturma açan rektörlük, öğrencilerini kamu malına zarar vermekle, provakatör eylemler yaparak kitleyi "gazlamakla" suçladı.
Beytepe'de yapılan eyleme katılan 300 öğrencisini provakatör ilan eden okul yönetimi daha önce 8 Mart Emekçi Kadınlar Günü kutlamalarına erkekler de dahil olduğu için, TEKEL işçilerine destek verilirken halay çekildiği için öğrencilerine soruşturma açmıştı

İşte madendeki can pazarının nedenleri!


En az 30 madencinin göçük altında kalmasına neden olan grizu patlamasının üzerinden iki gün geçti. Madencilerin hayatlarından umut giderek kesilirken, yaşanan "kaza"da taşeron firmanın teknik ihmalleri olduğu kuşkusu artıyor. Resmi ağızlardan ise hâlâ hem patlamaya hem de göçük altında kalan işçilerin sayısına ilişkin çelişkili açıklamalar geliyor.

Zonguldak'ta Karadon Maden Ocağı'nda Pazartesi günü göçük altında kalan işçilere hâla ulaşılamadı. Grizu patlamasının ardından oluşan göçük ile ilgili, madende mahsur kalan işçi sayısı gibi en basit bilgilerde dahi çelişkiler var. Taşeron Yapı-Tek firması tarafından galeri açma çalışmaları yapılan Türkiye Taş Kömürü Kurumu'na (TTK) ait madende, göçükten sağ kurtulan madencilerin verdiği bilgiler, firmanın teknik ihmalleri olduğu yönünde kuşkuları artırıyor. Uzmanlar ise madenlerde özelleştirmenin ve taşeronlaşmanın iş cinayetlerine yol açtığını vurguluyorlar.

Göçükte kaç kişi kaldı?
Göçüğe neden olan grizu patlamasının üzerinden iki gün geçmiş olmasına rağmen, madende kaç işçi kaldığı konusunda netliğe kavuşulamamış olması büyük bir skandal olarak değerlendiriliyor.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer, konuyla ilgili yaptığı açıklamada, "İlk bilgilerimiz 32 olduğu yönündeydi, sonra isim isim yapılan tespitlerde 30 kişi olduğunu biliyoruz ama sürpriz bir şekilde aşağıda başka isimler var mı yahut başka insanlar var mı onu şimdi görme imkanımız yok. Ancak şu andaki tespitlerimiz 30 kişidir" şeklinde konuştu.
TTK'ya bağlı Karadon Maden Ocağı'nda galeri açma çalışması yapan taşeron Yapı-Tek'e bağlı olduğu bildirilen işçilerin sayısı ile ilgili çelişkili açıklamalar, firmanın madendeki çalışma ile ilgili düzenli kayıt tutmadığını ve adeta "karadüzen" bir şekilde faaliyetlerini sürdürdüğünü gösteriyor. Bu nedenle, şirket yetkilileri ve Bakanlar 30 sayısına ancak bir çalışma yaparak ve isim isim tespitte bulunarak ulaşabildiler. Ve bu çalışmaya rağmen açıklamalarında göçükte başka isimler bulunabileceği şeklinde bir ihtiyat payı bıraktılar.

Teknik ihmal kuşkusu
Kazanın nedenleri konusunda da resmi ağızlardan çelişkili açıklamalar gelmeye devam ediyor. Çalışma Bakanı Ömer Dinçer, dün yaptığı açıklamalarda "olayda ihmal ve hata" görülmediğini ve denetimlerde bir eksiklik tespit edilmediğini belirtirken, aynı açıklamasında "göçüğün kaldırılmasından sonra ihmal olup olmadığını anlayabileceğiz" demesi dikkat çekti. Dinçer'in "olayda ihmal ve hata" görülmediği yönlü açıklamasında da erken davrandığı yine bizzat kendi ağzından dün göçükle ilgili yaptığı açıklamalardan anlaşılıyor.
Dinçer ve Enerji Bakanı Taner Yıldız'ın basına verdiği bilgilere göre; 12:59 civarında gaz ölçümü yapıldı ve gaz oranı çok normal görüldü. 13:03’te ise galeri açma çalışması için dinamit patlatıldı ve gaz oranının normal ölçülerden yüksek olduğu tespit edildi. Saat 13:24’te tekrar ölçüm yapıldı, ölçüm sonucunda bütün değerler normal çıktı ve dört dakika sonra, yani 13:28’de de grizu patlaması meydana geldi.
Dinçer ve Yıldız'ın verdiği bilgilere göre, madende yapılan gaz ölçümünde değerlerin normal çıktığının görülmesinden 4 dakika sonra patlamanın gerçekleştiği belirtiliyor. Bakanların verdiği bilgilerde teknik açıdan çelişkiler olmakla birlikte, madende yapılan çalışmaları düzenleyen tüzük ve yönetmeliklere aykırı hareket edildiği ortaya çıkıyor. Madende asgari 20 metrelik sondaj yapılıp gaz ölçümü alındıktan, eğer gaz varsa yeterli havalandırma yapıldıktan sonra çalışmalara devam edilmesi ve inişli çıkışlı gaz oranı önlenemiyorsa, yeraltı maden ocaklarında çalışmayı düzenleyen tüzük ve yönetmelikler doğrultusunda işçilerin o işyerinden derhal tahliye edilmesi gerekiyor. Karadon Maden Ocağı'nda taşeron firmanın bu ölçümleri nizami almadığı ve ölçüm sonuçlarının gereğine göre hareket etmediği anlaşılıyor.
Göçük altında kalan işçilerin yakınları, Yapı-Tek adlı firmanın TTK için yaptığı "Karadon YSK Bağlantı Galerisi" projesini zamanında bitiremediği ve projeyi bir an önce tamamlamak için güvenlik önlemlerini ikinci plana atarak çalıştığını belirttiler. Firma bu nedenle, Pazar günleri dahil, işçileri çalıştırdı. Yine konuyla ilgili görüşüne başvurduğumuz madende çalışan işçiler, daha önce beş kişinin yaptığı işin bir madenciye yaptırıldığını belirttiler. Ayrıca, madende yeterli sondaj yapılmayarak grizu patlamalarına davetiye çıkarıldığını ifade ettiler.
Öte yandan, madende galeri açan Yapı-Tek adlı inşaat firmasının 1991 yılında kurulmuş olmasına rağmen madencilik alanından çok gölet, elektrik santrali ve ilgili bina inşaatlarında deneyimli olduğu görülüyor. Firmanın, işçilik maliyetlerini azaltmak amacıyla az işçiyle çalıştığı belirtiliyor.

Özelleştirme ve taşeronlaşma ölüm getirdi
Madenlerin özel sektöre devredilmesi dışında, TTK'nın mevcut madenlerinde de giderek daha fazla faaliyet taşeron firmalara verilerek özelleştiriliyor. Madencilik sektöründe taşeronlaşma ise facialara davetiye çıkarıyor. Konuyla ilgili görüşlerine başvurduğumuz DİSK İş Sağlığı ve Güvenliği Uzmanı Tevfik Güneş, "Aslında söz konusu olan politik bir tercih. Üç günlük işçilerin hiç bir mesleki birikim olmadan yeraltında çalışmaya dair bir eğitimden geçirmeden çalışmasına göz yumuyorsunuz. TTK’da havalandırmadan, elektrik tesisatına sosyal tesislere kadar her şey taşerona verilmiş durumda. Kamuda iken bir koordinasyon söz konusu iken şimdi dağılmış durumda. Bakanlık elbette bunun farkında. İşlerin taşerona verilmesi ücretler ve çalışma ortamı açısından yetersizliklere yol açtığı gibi, iş sağlığı ve iş güvenliği için de gerekli tedbirler alınmıyor" dedi.
TTK'nın özelleştirme ve taşeronlaştırma uygulamaları sonucu yeraltı işçisi sayısı 1990'da 21 bin düzeyinden 2009'da 8.754'e, yerüstü işçisi ise 13.325'ten 2 bin 225'e kadar geriledi.

Gül gitmekten vazgeçti
Önceki gün patlama sonucu göçüğün meydana geldiği maden bölgesine gelerek yerinde bilgi alacağı belirtilen Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün, dün Zonguldak'a gelmekten vazgeçtiği bildirildi. Zonguldak Emniyet Müdürlüğü ve Cumhurbaşkanlığı yetkilileri dün yaptıkları açıklamada, ocağa gelerek çalışmalar hakkında bilgi alacağı bildirilen Gül'ün ziyaretinin iptal edildiğini söylediler.
Cumhurbaşkanı'nın madene yapacağı ziyaretten vazgeçme nedeni olarak gösterilen "çalışmaların olumsuz yönde etkileneceği" gerekçesi tatmin edici bulunmadı. Keza, AKP patlamanın hemen ardından bölgeye 5 bakan ile çıkarma yapmış, bakanlar halktan aldıkları yoğun tepkilerle birlikte kurtarma çalışmalarını yerinde izlemeye başlamışlardı. Cumhurbaşkanı Gül kazayla ilgili, "Yerin 500 metre kadar altında, çok önemli bir olay, çok üzüldüm. Tabii ki ümit kesilmez. Kurtarma çalışmaları herkesin el birliği, olağanüstü gayretiyle devam ediyor. İnşallah hepimizin sevineceği bir netice olur. Zor bir durumla karşı karşıyayız" şeklinde konuştu.
Onlarca işçinin hayatından umudun giderek kesildiği ve grizu patlamasının sonuçlarının daha vahim bir hal aldığı saatlerde Çankaya Köşkü'nden gelen iptal haberinin arkasında, göçük altındaki işçilerin yakınlarının ve bölge halkının tepkisinden çekinilmesi olduğu belirtiliyor.

Muğla'da faşist saldırı...Şerzan Kurt Namirin!


Şerzan Kurt'u vuran 10 saattir bulunamadı

Muğla'da ülkücülerin saldırısı sonucu çıkan olaylarda yaralanan Şerzan Kurt'un sağlık durumu ciddiyetini korurken, hastane bahçesinde gergin bekleyiş sürüyor. ETHA'ya konuşan görgü tanıkları, polislerin olaylardaki tutumuna dikkat çekiyor, "Ülkücülerle birlikte bize saldırdılar" diyor. Kurt'a isabet eden merminin kimin silahından çıktığı ise hala belirlenemedi.

MUĞLA- Ülkücülerin Kürt öğrencilere saldırmasıyla başlayan ve polisin de müdahalesiyle büyüyen olaylarda yaralanan 21 yaşındaki Şerzan Kurt adlı öğrencinin hayati tehlikesi sürüyor.

Muğla Devlet Hastanesi'nde yoğun bakımda tutulan Kurt için doktorlar umutlu konuşmuyor. Doktorların öğleden sonra kapsamlı bir açıklama yapması bekleniyor.

Şerzan Kurt'un arkadaşları ile İHD, BDP ve Eğitim-Sen yöneticileri, hastane bahçesinde bekliyor. Ailesinin ise Muğla'ya gelmek üzere yola çıktığı öğrenili.

EMNİYET AMİRİNE TEPKİ

Kurt'un yaralanmasında polisin sorumlu olduğunu belirten öğrenciler, Emniyet amirine de tepki gösterdi.

Emniyet amiri, Kurt'un sağlık durumuna ilişkin açıklama yaptığı sırada, öğrencilerden birisi "Kurşun atanı buldunuz mu?" diye sordu. Emniyet amirinin "Arıyoruz" yanıtı vermesi üzerine, "Niye arıyorsunuz ki polisler çekti vurdu" dedi.

Öğrenciler, Muğla'nın küçük bir yer olduğuna dikkat çekiyor, olayın üzerinden 10 saat geçmesine rağmen polislerin gözü önünde gerçekleşen saldırıda kimin ateş ettiğini bulamamasını inandırıcı bulmuyor.

Muğla Emniyet Müdürü Kadir Ay, daha önce yaptığı açıklamada, olay yerinde 7,65 milimetre çapında 1 adet boş kovan bulunduğunu açıklamıştı.

Ülkücülerde de silah olması nedeniyle, ülkücülerin mi polisin mi ateş ettiği bilinmiyor.

Bu arada, Muğla Devlet Hastanesi önünde beklerken, zaman zaman gerginlikler yaşanıyor. Ülkücülerin hastane çevresinde olduğu duyumunu alan öğrenciler, tepki gösterdi. Polis, gruba dağılmaları yönünde uyarı yaptı. Bir süre kovalamaca yaşanırken, şu anda bekleyiş sürüyor.

ÜLKÜCÜLERİN TEHDİTLERİYLE BAŞLADI

Görgü tanıkları, olayı ETHA'ya anlattı. Öğrenciler, ülkücülerin polisin desteği ile saldırdığını belirtirken, Kurt'a isabet eden merminin de polisin silahından çıktığını söylüyor. Ayrıca, polislerin Kürt öğrencileri "bu yoldan gidin, burası güvenli" diyerek bir sokağa yönlendirdiğini, asıl saldırının burada yaşandığına dikkat çekiyor.

Görgü tanığı Muğla Üniversitesi öğrencisi Bilge Ur, olayın ülkücülerin iki kadın arkadaşlarına saldırmasıyla başladığını ve daha sonra büyüdüğünü anlattı.

Gece 12.00 civarında başlayan olayların 03.00'e kadar sürdüğünü belirten Ur, ülkücülerin bıçakla saldırdığını, küfür ettiğini ve "Sizi buradan sileceğiz. Sizi burada yaşatmayacağız" diye tehdit ettiklerini söyledi.

'GAZ NEDENİYLE ATEŞ EDENİ GÖREMEDİK'

Bilge Ur, Şerzan Kurt'un vurulma anını ise şöyle anlattı: "Ülkücüler polisin de desteğiyle birlikte bize saldırdı. Çok yoğun gaz bombası atıldı, aynı şekilde silah kullanılarak üzerimize ateş edildi. Polis ülkücüler ile bizim aramızda idi. Gaz bombası çok yoğun olduğu için göz gözü görmüyordu. Gözlerimizi açamıyorduk. O arada bir arkadaşımız yere düştü. Polislerden ambulans çağırmasını istedik. Polisler cevap vermedi. Sonra biz ambulans çağırdık, çok geç geldi. Arkadaşın çok yoğun kanaması vardı, başında ve omuzunda."

Ömer Geldi adlı öğrenci, Şerzan Kurt'u polisin vurduğu görüşünde. Ülkücülerin daha önce de sık sık Kürt öğrencilere saldırdığını belirten Geldi, dün gece de karşılaşmaları üzerine "Kürtsünüz, sizi buradan sileceğiz. Hepiniz defolup gidin" şeklinde sözlü tacizde bulunduklarını anlattı.

Karakolun önünde saldırıya uğradıklarına dikkat çeken Ömer Geldi, Şerzan Kurt'un da orada vurulduğunu söyledi.

ORGANİZE BİR SALDIRI

İHD Muğla Şubesi Yönetim Kurulu üyesi İdris Danışlı, saldırının organize bir saldırı olduğu görüşünde. Polislere tepki gösteren Danışlı, hastane önünde yaşanan gerginliği hatırlatarak, "Ölümle karşı karşıya olan bir insan var. Ama neden hala bunlar hastane etrafında dolaşıyor. Gözaltında olmaları gerekmiyor mu?" diye sordu.

"Bu organizeli bir saldırıdır" diyen İHD yöneticisi, saldırıya uğrayan Kürt öğrencilerin, bir komiser tarafından güvenli olduğu söylenen bir sokağa yönlendirildiğini ancak asıl saldırının orada olduğunu kaydetti. Danışlı, durumu "komplo" olarak değerlendirdi: "Emniyetin önünde komplo yaşanıyor. Ortalığı toza dumana katarak arkadaşların yaralanmasını sağlamıştır."

OLAY

Muğla'daki Olaylar, ülkücülerin, gece saat 12.00 civarında sokakta karşılaştıkları Kürt öğrencilere sözlü tacizleriyle başlamış ve gerginlik kavgaya dönüşmüştü. Olay yerine gelen polisler, gaz bombaları ile öğrencilere saldırmıştı. Bu sırada açılan ateş sonucu 21 yaşındaki Şerzan Kurt, omuzundan aldığı kurşun ile ağır yaralanmıştı.

Ankara'ya Yürüyoruz



17 MAYIS'TA PARASIZ EĞİTİM İÇİN ANKARA'YA YÜRÜYORUZ

12 Mayıs Çarşamba günü İstanbul Üniversitesi Avcılar Kampüsünde Devrimci Demokrat Öğrencilerin afiş asmasını ÖGB'ler engellemek istediler.

Gençlik Federasyonlu öğrenciler de 17 Mayıs'ta Ankara'ya yürüyeceğini duyuran afişlerden astı. "Parasız Eğitim İçin Ankara'ya Yürüyoruz" yazan afişlerden 25 tane asan Dev-Genç'li öğrencilere de ÖGB'ler müdahale etmek istediler. Dev-Genç'liler de yüksek sesle çevreye hitaben yaptıkları konuşmada parasız eğitim istedikleri için engellenmeye çalışıldıklarını ve saldırıya uğradıklarını öğrencilere anlattılar.

Çevrede toplanan öğrenciler "ÖGB'nin görevi nedir öğrencileri korumak değil mi?" diye söylenmeye başladılar. Asılan afişleri indirmek isteyen ÖGB'lere Dev-Genç'liler engel oldu. Bunun üzerine de ÖGB'lerin kulübesinin camlarına da afiş yapıldı. Bari oraya yapmayın gidin diğer yerlere yapın diyen ÖGB'lere Dev-Genç'liler "biraz önce hiçbir yere yaptırmıyordunuz ne değişti" diyerek parasız eğitim istemenin hak olduğunu ve bu hakkı da kimsenin engelleyemeyeceğini gösterdiler.

***


ÇANAKKALE GENÇLİK YÜRÜYÜŞE ÇAĞIRDI

Nazillide Denizler Anıldı


Aydın Nazilli Belediye Meydanında 6 Mayıs günü saat 17.00'de Devrim Şehitleri Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan'ın katledilişlerinin 38. yılına ilişkin bir basın açıklaması yapıldı.

Gençlik Federasyon’lu öğrencilerin de içinde bulunduğu Nazilli 6 Mayıs Platformu'nun düzenlediği eyleme yaklaşık 90 kişi katıldı.

Devrim Şehitleri için saygı duruşunda bulunulduktan sonra bir basın açıklaması okundu. Okunan metinde Denizlerin anti-emperyalist, anti-faşist mücadelesi ve yurtseverliklerine vurgu yapıldı. Basın açıklaması sırasında "Yaşasın Halkların Kardeşliği", "Kahrolsun Amerikan Emperyalizmi", "Kahrolsun Emperyalizm Yaşasın Mücadelemiz","Faşizme Karşı Omuz Omuza" ve "Yaşasın Devrimci Dayanışma" sloganları atıldı.

Denizlerin fotoğrafının bulunduğu ve DEVRİM ŞEHİTLERİ ÖLÜMSÜZDÜR yazılı pankartın açıldığı eylemin sonlarına doğru halkın da katılımıyla 150 kişiyi bulan kitle alkışlar ve marşlar eşliğinde eylemi sona erdirdi.

Güler Zere Şehit Düştü


Hapishanedeyken yakalandığı damak kanseri ile uzun zamandır mücadele eden Güler Zere bugün saat 16:50 sularında İstanbul Armutlu'daki evinde şehit düştü.14 yılını hapishanelerde geçiren Zere, hastalığının ilerlemesine rağmen tedavi edilmemiş, bilinçli bir şekilde öldürülmek istenmişti.

Yoldaşları ve duyralı kurum ve kuruluşların başlattığı 'Güler Zere'ye Özgürlük' kampanyası ile serbest bırakılan Güler Zere' nin tedavisi dışarda sürüyordu.
Güler Zere’nin katili, kanser hastalığı raporu olmasına rağmen onu uzun süre serbest bırakmayan ve tedavisini engelleyen AKP iktidarıdır.

1 Mayıs: Bayram Değil İsyan

130 yıl önce “günde 8 saat” talebiyle alanları dolduran ve tıpkı 32 yıl önce Taksim deki gibi herkesin hak ettiği isteyen milyonlarca işçinin bugünse yoksulluğun ve açlığın terbiyesiyle 12-14 saat, güvencesiz ve insanca çalışmadan yoksun sefaletin içinde yaşam sürmesini kazanım olarak görmüyoruz.Toplumsal kölelik düzeni insan hayatını yok ediyorken bayramları değil, ancak isyanları kutlarız.Biz Anarşistler 2007 den bu yana Taksimi direniş alanı olarak gördük. Bu yıl ise 1 Mayıs için gelen yüzlerce işçi, emekçi ve direnişçiyle dayanışmak için, sözümüzü söylemek ve teslim olmamak adına alana girmemek için geldik.

Video http://www.dailymotion.com/video/xd66tc_1-mayys-bayram-deyil-ysyan_lifestyle?start=1

DHKC Davasına ÇAĞRI

Belçika'da DHKP-C'nin 3. Yargıtay Davası

Türkiye Devleti, devrimcilerin mağduru olduğu gerekçesiyle Belçika'da Yargıtay Mahkemesine başvurarak tazminat davası açmak istiyor.

Belçika Devleti tarafından açılan ve 11 yıldır süren DHKP-C davasında müdahil taraf olarak yer alan Türkiye Devleti, kısa bir süre önce, Belçika Yargıtay Mahkemesine başvurdu.

İnsan Hakları ihlali ve devrimci katili olan faşist Türkiye devletinin kanlı tarihini ve suç dosyasını teşhir etmek için Salı sabahı Belçika Adliye Sarayı önüne tüm halkımızı davet ediyoruz.

Belçika Halk Cephesi

Tarih: 18 Mayıs Salı günü
Saat: 9.00
Yer: Brüksel Adliye Sarayı (Palais de Justice de Bruxelles)

Adres:
Place Poelaert n° 1
1000 Bruxelles
Return top