RSS FEED

Sayfalar

Taksim'de KPSS protestosu


Yüzlerce birinci ve kitlesel kopya olaylarıyla bu yıl daha da ön plana çıkan KPSS, emekçiler ve öğrenciler tarafından protesto edilmeye devam ediyor.

28 Ağustos akşamı saat 19.00'da Taksim Tramvay Durağı'nda bir araya gelen Eğitim Emekçileri Derneği (EED), İşsiz ve Güvencesiz Eğitimciler Platformu (İGEP) ve Öğrenci Gençlik Sendikası (Genç-Sen), gerçekleştirdikleri yürüyüşle KPSS'nin iptal edilmesini istediler. “KPSS'yi değil, işimizi, geleceğimizi istiyoruz!” pankartı açılan yürüyüşte “Kadrolu atama istiyoruz!” ve “Gençlik geleceksiz, mezunlar işsiz!” sloganları atıldı.

Galatasaray Meydanı'nda basına açıklama yapan Nurdan Ulutaş, birçok üniversite mezununun kölelik koşullarında çalıştırıldığını söyledi. Öğretmen intiharlarına da değinen Ulutaş, son KPSS'nin ardından da binlerce üniversite mezununun daha işsiz kalacağını belirtti. Ulutaş şunları söyledi:

“ÖSYM Başkanı Ünal Yarımağan'ın kopya skandalının ÖSYM'yi yıpratmak üzere ortaya atıldığını iddia etmesi komik olmaktan öteye gitmiyor. Ortaya çıkan gerçekler karşısında yalnızca 'şevki kırıldığı'için istifa edeceğini söyleyen Yarımağan'a soruyoruz: ellerinde diplomaları olduğu halde, öğretmenlik yapmayıp başka işler yapan öğretmenlerin, dershanelerde kölelik koşullarında çalışan öğretmenlerin, umudunu yitirdiği için intihar eden 18 öğretmen arkadaşımızın hesabını nasıl vereceksin? 2010 KPSS sınavı iptal edilerek tüm öğretmenlerin derhal şartsız koşulsuz atamaları yapılmalıdır.”

Mas-Daf'ta işçi kıyımı sürüyor...


(30.08.10) - Düzce Organize Sanayi'de kurulu Mas-Daf Makina'da DİSK'e bağlı Birleşik Metal-İş Sendikası üyesi işçilerin direnişi sürerken işçi kıyımı da devam ediyor.

30 Temmuz 2010 tarihi itibariyle Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na yetki tespit başvurusunda bulunan Birleşik Metal-İş Sendikası, ilk etapta 5 işçinin ardından da 11 işçinin işten atılmasıyla karşılaştı.

6 işçi daha atıldı

İşten atma ve sendika düşmanlığına fabrika önünde başlattıkları direnişle yanıt veren Mas-Daf işçilerinin yanına son olarak işten atılan 6 işçi daha eklendi.
İşten atma saldırılarının hemen ardından fabrikaya yeni işçi alımına başlayan Mas-Daf patronu 27 Ağustos günü sendika üyesi 6 işçiyi daha işten attı.
“Ekonomik kriz” ve “küçülme” gerekçeleriyle sendikal örgütlenme mücadelesini baltalamaya çalışan Mas-Daf patronuna karşı mücadele kararlılıklarını dile getiren işçiler sendikalı olarak işbaşı yapana kadar direneceklerini söylüyorlar.
Düzce'de kurulu Nema Makina'da geçtiğimiz yılın kasım ayında yaşanan işten atma saldırısına karşı direniş başlatan Birleşik Metal-İş Sendikası, şu sıralar Türk Metal çetesinin saldırılarıyla karşı karşıya bulunuyor.
Fabrika önündeki bekleyişin sürdüğü Nema Makina'da BMİS'in örgütlenmesini engellemek isteyen patron Türk Metal çetesini devreye sokarak Birleşik Metal üyelerini zorla notere götürerek üye yapmaya çalışıyor.

Fatih'te grev kararı asılacak




(30.08.10) – DİSK'e bağlı Genel-İş Sendikası İstanbul Avrupa Yakası 1 Nolu Şube ile Fatih Belediyesi arasında devam eden toplu iş sözleşmesi görüşmelerinde anlaşma sağlanamaması üzerine belediyeye grev kararı asılacak.
Mart 2010'da başlayan toplu görüşmelerde 14 madde üzerinde anlaşma sağlanamazken Genel-İş İstanbul 1 Nolu Şube üyeleri 31 Ağustos günü Aksaray Metro durağı önünde buluşarak belediyeye yürüyecekler. Eylem saat 11.00'de başlayacak.

Grev ilan kararının asılmasının ardından 60 günlük süreç başlayacak. Bu süre içerisinde anlaşma sağlanamaması durumunda 6 gün önceden bildirilmek üzere grev uygulamasına geçilebilecek.

Tacizci müdüre ödül gibi ceza


(30.08.10) - Görev yaptığı lisede okul müdür vekilinin tacizine uğrayan Aysun Uygun, sürgüne gönderildi, tacizci yöneticiye ise kınama cezası verildi. “Eşinden yeni boşandın, cinsel ihtiyaçların vardır” diyerek kadın öğretmeni taciz eden müdür vekili Fatih Çelik’e ödül gibi “ceza” verilirken, tacize uğrayan Uygun sürgün edildi.

Gaziantep Hatice Mustafa Gençten Ticaret Meslek Lisesi’nde geçtiğimiz hafta meydana gelen taciz olayının ardından suç duyurusunda bulunan Müdür Yardımcısı Aysun Uygun, soruşturmanın tamamlanmasının ardından İslahiye ilçesine tayin edildi. İddialarını ispatlayamadığı gerekçesiyle maaş kesme cezasına da çarptırılan Uygun’un, “Çelik’le aynı okulda görev yapmasının uygun olmayacağı” gerekçesiyle tayin edildiği belirtildi.

Tacize ceza yok

Soruşturma kapsamında Cumhuriyet Savcılığı'nın talimatıyla ifadesi alınan Fatih Çelik, kendisine komplo kurulduğunu iddia ederek suçlamaları kabul etmedi. Çelik şunları söyledi: "Aysun Uygun beni odasına çağırarak komplo kurmak istedi, ama gitmedim. Benden önceki müdür vekili Hakan Bozgeyik de taciz iddiasıyla görevinden alındı. Okuldan ayrılırken Aysun hocaya dikkat et, bana komplo kurdu demişti"

İfadesi alınan Hakan Bozgeyik sie, Çelik'in söylemlerini yalanladı ve Aysun Uygun ile ilgili herhangi bir beyanda bulunmadığını ifade etti.

Aysun Uygun'un öğretmen olan babası Hasan Uygun ise tepkisini şu sözlerle dile getirdi., "Madem müdür bey suçsuz, niye kınama cezası veriliyor. Mağdur olan görevinden uzaklaştırılıyor, suçlu olan yerinde oturuyor, bu nasıl uygulama. Bu haksız uygulamanın iptali için yürütmenin durdurulmasın isteyip dava açacağız" dedi.

Fatih Çelik hakkındaki ilk suçlama değil

2006 yılında da Çelik hakkında benzer bir suçlama yaşandı. Görev yaptığı 19 Mayıs Lisesi'nde İngilizce öğretmeni U.Ü., Müdür Vekili Fatih Çelik hakkında taciz iddiasıyla şikayetçi oldu. 3 ay süren soruşturmanın ardından taciz şikayetinde bulunan kadın öğretmen Araban ilçesine sürülürken Fatih Çelik'e bir yaptırım uygulanmadı.

Referandumda Hayır




12 Eylül günü, 12 Eylül Anayasasında yapılacak değişiklikler halk onayına sunuluyor ve bizim sol olarak bu değişikliklere “evet” dememiz mi bekleniyor? Bu işte bir gariplik var.
Demek ki insanlar daha bu referandumda neyin oylanacağını, “evet” diyeceklerin neye “evet” diyeceklerini kavrayamamışlar.
12 Eylül günü neye evet denecek?
Her şeyden önce 12 Eylül Anayasası’nın bir versiyonuna evet denecek. Bu metnin ismi 12 Eylül Anayasası’nın AKP versiyonudur. Bugün Türkiye’de daha kötü bir bileşim düşünülemez herhalde. Üstelik 12 Eylül Anayasasının AKP tarafından yeniden yazımı, 12 Eylül’ün ruhuyla da kesinlikle uyumludur. AKP, her şeyiyle, siyasi, ideolojik ve ekonomik çizgisiyle askeri darbenin çocuğudur. 12 Eylül Anayasasını 2010 yılında birisi değiştirecekse, bunu bu Anayasanın ruhunu en iyi anlayan, doğrudan o Anayasanın çocuğu olan parti yapmalıdır.
İşte bu nedenle değişen maddeler 12 Eylül Anayasasının özüne dair bir değişiklik getirmiyor. Durup durup önümüze çıkarılan, darbecilerin yargılanması maddesi bile 12 Eylül ruhuna temel bir muhalefeti içermiyor. 12 Eylül Anayasası değişen maddeleriyle birlikte bir burjuva anayasası olmayı sürdürüyor. Bizim bu anayasaya dair toptan bir önerimiz var zaten: “Toplumcu Anayasa”
Elimizde böylesi bir alternatif varken, daha başka bir deyişle, anayasadan sol olarak neyi kastettiğimiz somut olarak ortadayken, sermaye diktatörlüğünün en temel yasal metnine onay vermemiz mi isteniyor? Açıkça konuşmak gerekirse, bunun hakaretten farkı yok.
Biz, “Toplumcu Anayasa”nın kendisi veya temel tezleriyle uyumlu bir başka metin önümüze gelmedikçe, tüm anayasa girişimlerine hayır diyeceğiz. Burjuvazinin teorik olarak böyle bir metni hazırlama olasılığı olmadığına göre, kendi anayasamızı halkın önüne koyacak güce kavuşana dek, bu tür metinlerle mücadele edeceğiz.
Maddelerin detayına biraz girmek dahi bu genel yaklaşımı doğruluyor zaten. AKP, Türkiye’yi dönüştürme sürecinde ilerleyeceği yolun anayasal zeminini hazırlıyor, sistem içinde oluşması muhtemel direnç noktalarını, geçmiş tecrübelerine bakarak, tasfiye ediyor.
Sermaye diktatörlüğü temel yasal metnini gelecek dönem için hazır hale getiriyor.
Tüm bunların ideolojik kılıfının 12 Eylül’le mücadele retoriğiyle hazırlanması da AKP’nin geçmiş pratiğiyle uyumlu değil mi? Derin devlete, devlet içindeki çetelere ve darbecilere karşı mücadele ediyoruz söylemiyle, kendi devlet aygıtını yaratan, derin devleti kendi istediği şekle sokan AKP’nin anayasa değişimini de 12 Eylül’e karşı mücadeleyle meşrulaştırması gayet doğal.
Aslında, bu süreci başından bu yana alkışlayanların anayasa tartışmalarında tuttukları taraf da şaşırtıcı değil. Her şey öyle uyumlu ki, hala ve ısrarla solu kendi istedikleri konuma yerleştirme çabaları bu tabloyu gayet güzel tamamlıyor.
Kendi istedikleri gibi bir “sol” yaratmaktan vazgeçmiyorlar. Bu mücadeleden vazgeçmelerini de beklemeyin.
Türkiye’yi değiştirmek için solu değiştirmek zorunludur.
Solu değişmeyen, solu solda kalan bir Türkiye’nin aydınlığa çıkmak için bir şansı hep olacaktır. Her fırsatta, atılan her adımda, solun sürecin parçası haline getirilme çabası, işte bu şansı yok etme girişimidir.
Solun 12 Eylül günü evet demesi, 12 Eylül Anayasasının AKP versiyonunu onaylaması, o devrimci ihtimalin bizzat sol tarafından yok sayılması anlamına gelir.
Türkiye’de solun şansının hiç olmadığı iddiasının sermaye partilerinin bir yalanından, solun kabul ettiği bir teze dönüşmesi işte böyle gerçekleşir. Sol kendi mezarını kazmış olur.
Referandum tartışması sol için basit bir tartışma değildir. Referandum sonuçları Türkiye siyaseti için elbette değerli veriler içerecektir, ama bu verilerden çok daha önemli olan, bu tartışmalarda solun durduğu yerdir.
Nihai olarak solun bakacağı yer, toplam hayır oylarının sayısı değil, bizim kaç kişiye derdimizi anlatabildiğimiz, kaç kişinin bizim ortaya koyduğumuz saiklerle hayır oyu kullandığıdır.

Mersin Hayır Platformu kuruldu

Mersin’de anayasa değişiklik paketi referandumuna kadar çalışmalar yürütmek üzere geniş bir katılımla Mersin Hayır Platformu oluşturuldu

Saat 12.30’da Mersin Gazeteciler Cemiyeti’nde bir araya gelen çok sayıda sendika, kitle örgütü ve siyasi parti temsilcisi basın açıklaması yaparak Mersin Hayır Platformu’nu kurduklarını duyurdu. Kurumlar adına açıklamayı okuyan Tüm Bel-Sen Mersin Şube Başkanı Recep Kara, AKP’nin kendi iktidarını güçlendirmek için hazırladığı birbirinden alakasız maddeleri tek bir paketle halka dayattığını belirterek, değişikliklerle işçi ve emekçilerin haklarının gaspedileceğini vurguladı.

12 Eylül’de yapılacak referandumda hayır demenin gerekliliğini dile getiren Kara, 12 Eylül anayasasına da AKP anayasasına da hayır dediklerini ifade etti.

Mersin Hayır Platformu Bileşenleri:
Tüm Bel-Sen, Genel-İş, Birleşik Metal-İş, Tarım Orkam-Sen, Eğitim-Sen, SES, Kültür Sanat-Sen, Birleşik Taşımacılık Sendikası, Emekli Sen, Yol-İş, ÖDP, EMEP, TKP, Halkevleri, Petrol-İş, Türkiye Birleşik İşçi Partisi

Boykot Çağrısı Üzerine-Ergin Yıldızoğlu

Referandum’da boykot kararı alan sosyalistlerin, duygularına, siyasi manzarayla ilgili gözlemlerinin büyük çoğunluğuna ben de katılıyorum. Evet, egemen sınıf içi bir çatışmayla karşı karşıyayız. AKP bir yana, MHP ve CHP’nin aralarında farklar olmakla birlikte durumları ortada. Bu referandum, bir demokrasi oyunundan öte bir şey değil. Demokrasi denen şeyin ne hale geldiğini biliyoruz. Halen var olan 12 Eylül Anayasası'nın savunulacak bir yanı yok. Emekçi kesimleri temsil edecek bir seçenek oluşturmak kesinlikle gerekli. Daha genel olarak da, bu siyasi ekonomik düzenin bana önerdiklerini toptan reddetmek istiyorum.
Bir sosyalistin, “Biz, politik çabalarımızı ezilenlerin ve sömürülenlerin cephesini büyütmeye adıyoruz. Boykot tavrı ne denli kitlesel ve güçlü biçimde ortaya konursa, hem AKP’nin paketi yığınsal meşruiyetini yitirecek, hem de MHP-CHP’nin milliyetçi-faşist toparlanma çabası akamete uğrayacaktır” saptaması, aklıma yatmıyor değil. Bir başkasının “Onun için sermaye sınıfının, onun kalemşorlarının, burjuva partilerin, sosyal reformist partilerin “sandık başına” çağrılarına “boykot” ve devrimci kitle eylemleriyle yanıt verilmelidir" saptaması da hem onunkini tamamlıyor hem de arzularıma hitap ediyor. Ancak, her şeye rağmen “boykot” tavrının doğru olmadığını düşünüyorum.
Evet - Hayır – Boykot tartışmalarında, Londra’dan izleyebildiğim kadarıyla, “boykot” kavramı üzerine, bu referandum bağlamında teorik tarihsel bir tartışma yaşanmadı. Ben becerebildiğim ölçüde, böyle bir tartışmaya, başladıysa katılmak, başlamadıysa, ilgi çekmek istiyorum. Bunu yaparken de Lenin’in 26 Haziran (9 Temmuz) 1907, tarihli, “Boykota karşı” broşürünü kendime temel alacağım (*). Bu broşürde Lenin, yalnızca boykota karşı çıktığı için değil, genel olarak “boykot” sloganını, özel olarak yaşanmış boykot deneylerini, Marksist bir siyasi durum analizinin yöntemleriyle birlikte tartıştığı için…
Boykot konusu bir yana, sosyalistler açısından, uzlaşma, seçimler, slogan-kitle ilişkisi, devrimci dalgaların özellikleri gibi birçok konuyu çok berrak bir biçimde irdeleyen bu küçük broşürün, bir mücevher olduğunu da ayrıca vurgulamak isterim.
Boykot nedir?
Lenin broşürde bu soruya iki farklı açıdan yaklaşarak cevap veriyor.
V. Bölümde Lenin “boykot Rus devriminin en olaylı ve destansı döneminin en güzel geleneklerinden biridir”(V/1) diyerek boykot kavramını gelenek içinde, devrimci deneylerin birikimi bağlamında ele alıyor. Arkasından, her gericilik döneminin, onu izleyen liberal dalganın, bu deneyleri unutturmak, geçmiş devrimci dönemleri adeta bir çılgınlık olarak mahkûm etmek için büyük çaba gösterdiğine işaret ediyor. (V/3).
Lenin her ülkenin devrimci deneyiminin genel devrimci mücadele geleneği açısından çok önemli olduğunu, gericilerin yönetimlerin, liberallerin bunların anılarını silmeye büyük önem verdiklerini vurguluyor. Biz de bu olguya, Jacobenlerin karalanmasından, 1917 devriminin darbeye indirgenmesinden, 1968 yükselişinin, Türkiye solunun, tüm kanatlarıyla birlikte devrimci geleneğinin özellikle son dönemde sürekli küçümsenmesinden, hatta aşağılanmaya çalışılmasından biliyoruz.
Lenin “İşte devrimci geleneğe bu kadar önem verdiğimiz içindir ki”, diyor; “bir döneme ait sloganın başka bir dönemde kullanılmasına karşı çıkıyoruz” diyor. Şöyle devam ediyor “Devrimin geleneğini muhafaza etmek, onu propaganda ve ajitasyonda nasıl kullanacağını bilmek… [b]ir şeydir. Onu ortaya çıkmasına yol açan koşullardan kopararak tekrar etmek başka bir şey” (V/5). Lenin, iki paragraf sonra “Boykot sloganını her kötü veya çök kötü temsili kuruma karşı genel olarak uygulanacağını düşünmek mutlak bir hatadır” (V/7) diyerek uyarıyor.
Lenin, I. Bölümde Boykot nedir sorusuna, sloganın “yapı” karşısındaki konumundan hareketle cevap veriyor: “Boykot verili bir kurumun yapısı altında değil ortaya çıkışına karşı mücadeledir” (I/3). “Boykot verili bir kurumun salt biçimini değil bizzat varlığını reddeden, en doğrudan ve kesin mücadele biçimidir”(II/23). “Boykot bir taktikler hattı değil, belli koşullara özgün bir mücadele aracıdır” (V/15).
“Belli koşullara özgün bir mücadele aracı…”
Lenin broşürün giriş bölümünde, III. Duma’ya karşı boykot ilan etmek isteyen Sosyalist Devrimcilerin gerekçelerini şöyle sıralıyor: III. Duma devrim açısından tümüyle yararsızdır. III. Duma gericidir ve karşı devrimcidir, yeni seçim yasası, toprak ağalarının avantajınadır.
Ondan sonra, Lenin, “Bu konu, sanki III. Duma’nın ultra-muhafazakar özelliği, boykot gibi bir mücadele yöntemini veya sloganını gerekli ve meşru kılarmış gibi sunuluyor” diyor ve şu çok ilginç tespiti yapıyor: “Marksist bir duruşu benimseyen Sosyal Demokrat, boykota ilişkin ulaştığı sonuçları, şu veya bu kurumun gericilik derecesinden hareketle değil … boykot denen özgün mücadele yönteminin uygulanmasına olanak sağlayan özgün koşulların varlığından çıkarır” (Giriş bölümü/3)
Lenin III. Duma’nın boykot edilmesini savunan Sosyalist Devrimcileri, bu özgün tarihsel koşulları göz önüne almak için hiçbir çaba göstermedikleri için eleştiriyor. Lenin, bu bağlamda en önemli deneyimin, Bulygin Duma’sına karşı geliştiren başarılı boykotun oluşturduğunu vurguluyor (I/1).
Lenin’e göre bu boykotun 1905-07 devrimi açısından önemi, devrimin monarşist yola kaymasını engellemesinden, kendi yolunda en kestirme yoldan ilerlemeye devam etmesini sağlamasından kaynaklanıyordu (I/2). İkincisi Lenin bu başarılı boykotun, devrimin her şeyi önüne katıp sürükleyen, evrensel, güçlü, hızla yükselmekte olan dalgasının yarattığı koşullarda gerçekleştiğinin altını çiziyor (I/2).
Lenin broşür boyunca, dönüp dolaşıp, başarılı Bulygin Duması boykotunu, başarısızlıkla sonuçlanan Witte Duma’sına, bu Duma’nın lağvedilmesine ve II. Duma’ya karşı boykotlarla karşılaştırıyor. Lenin III. Duma’ya karşı boykot önerisini hep bu deneylerden edinilen derslerin ışığında tartışıyor ve karşı çıkıyor. Lenin sosyal demokratlar açısından boykotun, bir katılmama, görmezden gelme, yokmuş gibi davranma tutumundan farklı olarak, aktif bir boykot anlamına geldiğini vurguluyor. Broşürden benim anladığım Sosyal Demokratlar (komünistler) açısından tek bir boykot tarzı var o da aktif, kitlesel eylemlerle, grevlerle hatta ayaklanmalarla desteklenen boykot!
Bulygin Duma’sına karşı başarılı, ondan sonraki iki Dumaya’karşı başarısız boykot deneyimleri Lenin’i, boykotun, karşı olduğu kurumun gericilik derecesinden bağımsız olarak değerlendirilmesi gereken, ancak belli koşullarda geçerli bir siyasi mücadele aracı olduğu sonucuna götürüyor. Lenin Boykot konusunu Bolşeviklerin icat etmediğini, boykotun maddi koşulların ürünü olduğunun (III/7) birçok kez vurguluyor.
Lenin’e göre Bulyigin Duma’sına karşı boykotun başarılı olması, boykotun devrimin yükselme aşamasında gerçekleşmesinden kaynaklanıyor. O zaman kitlelerin düzene karşı yükselen hareketinin getirdiği itki, örgütlerin boykot çağrılarının önünde gidiyordu (IV/6). “Şimdi” diyor Lenin, “devrimin, birbirini izleyen çağrıların cevapsız kaldığı bir durgunluk dönemindeyiz”(IV/6)
Lenin, devrimin duraklama döneminde, diğer boykot girişimlerinin başarısızlığının nedenlerini açıklarken, çeşitli devrimci eylemlerle yapılan çağrıların, kitleleri cezbetmeyi başaramadığına dikkat çekiyor. Lenin, devrim bir yağ gibi akarken, yayılırken, büyürken, her taraftan gelirken, böyle bir boykot çağrısı gereklidir, meşrudur, devrimci proletaryanın görevidir. Ancak olmayan bir mücadeleyi icat etmek, ya da salt bir savaş çığlıyla yaratmak ise olanaksızdır (IV/6). Lenin, koşullar yoksa boykot sloganı atmanın anlamsız olduğu sonucuna ulaşıyor.
Son olarak, Lenin III. Duma boykotuna ilişkin en devrimci gördüğü savı irdeliyor. “Evet, boykot bir büyük dalganın üzerinde gerçekleşir. Ama büyük dalga önce küçük bir dalgayla başlar. Öyleyse bu boykot sloganı, andaki yükselmeyi destekleyeceği, geliştireceği, yaygınlaştıracağı için atılamaz mı?” Sorusuna cevap arıyor (VI/1). Lenin o günlerde yaşanmakta olan işçi hareketlerini direnişleri vb irdeledikten sonra, “ama bu gün, hareketlerin bu kısmı yükseliş aşamasında, hareketi geliştirmek için boykot sloganına gereksinimimiz var mı?” diye soruyor ve bu soruya olumsuz bir cevap veriyor (VI/8)
Sonuç olarak
Lenin’in “Boykota Karşı” broşüründe ileri sürülen görüşlerden hareketle ben şu sonuçları çıkarabileceğimizi düşünüyorum:
Boykot, salt sandığa gitmeme eylemi olarak, pasif bir biçimde değil, oy verme işlemini etkisiz hale getirecek kitlesel eylemlerle, onlara dayanarak kullanılması gereken bir mücadele aracıdır.
Boykot karşı olunan temsili kurumun gericilik derecesinden hareketle seçilecek bir mücadele aracı değildir. Boykot bir siyasi taktikler hattı değil, doğrudan, en radikal ve azami kitlesel güce dayanılarak kullanılacak bir mücadele aracıdır.
Kitlelerin burjuva düzenine karşı muhalefetini örgütleyecek, güçlendirecek siyasi çalışmalar için boykot kararı almaya gerek yoktur. Hiçbir boykot çağrısı, savaş çığlığı, olmayan bir hareketi yaratamaz. Aksine hareketin yükselen düzeyi boykot çağrısını gündeme getirir.
Yükselen ve boykotu gündeme getirmeyen, diğer bir değişle kitlelerin ruh halini boykota uygun hale getirmeyen bir toplumsal yükseliş yoksa boykot başarılı olmayacaktır.
Bu nedenlerle, bu gün genel olarak Türkiye’de boykot çağrısı yapmak için gereken koşullar yoktur. Özel olarak Kürt bölgelerinde boykot çağrısının başarılı olabileceği düşünülebilir. Ama bölgede etkin siyasi öznenin, bu siyasi aracı kullanmaktan vazgeçmeye başladığını düşündüren gelişmeler söz konusudur.
* Okuyucunun, yaptığım göndermeleri ve/veya alıntıları izlemesine yardımcı olabilmek amacıyla şöyle bir yöntem izledim, Romen rakkamı hangi bölümü, onu zileyen sayı o bölümdeki paragrafı belirtiyor. Örmeğin (II/3), ikinci bölümde 3. Paragraph anlamına geliyor.

Türk-İş'in yeni kapanı tüketim gücü

MUHARREM DEMİRCİOĞLU

Türk-İş'in ne işe yaradığını daha önce birkaç kez yazmıştık. Özü itibariyle, sermayenin saldırılarına karşı diklenen ve harekete geçen işçi sınıfını dizginlemek amacıyla emperyalistler tarafından kurulan ve uzun süre finanse edilen bir araçtır.

Darbelerde militarizmin faşist ideolojisinin savunuculuğundan maaşlarını bizzat CIA'nın kurduğu kurumlardan alan Türk-İş, yöneticilerine kadar çok güçlü ve köklü ihanet sendikacılığının adresidir. Aynı Türk-İş, sermaye sınıfının Türkiye topraklarında bulunan en örgütlü ve en vahşi örgütü TÜSİAD ve TOBB'la omuz omuza verip türlü kampanyalar örgütleyen sendikadır. Ekonomik kriz sürecinde rotayı sermayeye doğru kırarken en küçük bir tereddüt göstermedi. Hatırlayın! Türk-İş sermaye örgütüyle birlikte açlıktan nefesi kokan, evine götürecek kuru ekmeği zor bulan işçi sınıfına “Evde oturma pazara çık” çağrısında bulunacak kadar yüzsüz bir sendikal yapıdır.

İşçi sınıfını satmakta hüneri çok yüksek olan bu sendikal bürokrasinin en yeni icadı oldukça ince hesaplanmış ve aynı zamanda ideolojik bir saldırıyı da içinde barındıran “Tüketimden gelen gücü örgütlemek” başlığını taşıyor.

Türk-İş bürokrasisi söz konusu kampanya için zemin araştırmaları bile gerçekleştirmiş. Tam 500 işçi ailesiyle yapılan bir anketin sonuçları üzerinden böylesi bir kampanyanın startını vermiş. Türk-İş Başkanı Mustafa Kumlu ve Teşkilatlandırma Sekreteri Cemail Bakındı imzasıyla, bağlı bütün başkanlıklara gönderilen yazıda, “Konfederasyonun üretimden gelen gücü kadar önemli olduğuna inanılan, tüketimden gelen gücü örgütlemek, sendikaların örgütlü oldukları iş yerlerinde üretilen mal ve hizmetlerin tüketilmesini sağlamak amacıyla bir envanter çalışması yapılacağı” belirtildi. Türk-İş kendisine bağlı sendikalardan envanter çalışması kapsamında örgütlü oldukları fabrikalarda üretilen tüketim mallarının listesini 1 Eylül tarihine kadar konfederasyon merkezine iletilmesini istedi. Toplanan listelerin birleştirileceği ve daha sonra geri gönderileceği, işçilerin bu ürünleri tüketmesine yönelik kampanyalar örgütleneceği ve yine bu ürünlerde sendika üyelerine indirim yapılması için şirketlerle pazarlık yapılacağı ifade edildi. Kapitalist pazarın ruhundan damıtılmış bu “tüketim” kampanyasını DİSK ve Hak-İş'te destekleyeceklerini açıkladı.

Türk-İş, “tüketim” kampanyasıyla işçi sınıfının tarihsel misyonunu karartıp onun devrimci özünü perdelemeyi amaçlıyor. Bu kampanyayla, proletaryanın tarih ve sınıf bilincine ideolojik bir saldırı düzenliyor.

Marks ve Engels, 1848'de yayınladıkları Komünist Manifesto'da burjuvazi karşısında proletaryanın gerçek devrimci sınıf olduğunu tespit eder. İşçi sınıfının başka hiçbir sınıfta olmayan bir güce sahip olduğunu ve bunu üretim sürecinde bulunduğu konumdan elde ettiği belirtilir. Tüm toplumsal hayatın temeli üretimse, proletarya, üretim faaliyetinin asli unsuru olarak bu merkezi rolü üstlenir. Proletarya sömürü sistemini yıkıp, sınıfları ortadan kaldırmadıkça bu tarihsel rol onun kapitalizm koşullarındaki kaderidir. O mülksüzdür. Bu nedenle proleter için “zincirlerinden başka kaybedecek şeyi olmayan” denir. Emeğini satabildiği, üretimden gelen gücünü kullanabildiği oranda; sermaye karşısında silahlı ve güçlüdür. Proletaryanın devrimci özü ve rolü de bu sınıfsal özelliğinden gelir. Sınıf karakteri böyle olduğu içindir ki, üretimden gelen güç, işçi sınıfı için en yıkıcı ve vurucu silahıdır. O şalteri indirdiğinde hayat durur ve o tekrar kaldırdığında toplumsal yaşamın koşulları yeniden hayat bulur.

İşçi sınıfını, kapitalist pazarın, tüketimin bir halkası ve bu sürecin doğal bir bileşeniymiş gibi tasnif etmek; onu tarihsel gücünden arındırmaktır.

“Tüketimden gelen gücü örgütlemek” gibi bir kampanya, sınıf işbirlikçisi ve sınıfa karşı ihanet içindeki sendikaların işi olabilir. Böyle bakıldığında işçi sınıfını “tüketimden gelen gücü örgütlemek” gibi melez bir kavram üzerinden örgütleme çabası olsa olsa Türk-İş'in yeni bir ihanet vesikası olarak okunabilir. Asla başarı şansı bulunmayan bu iki yüzlü kampanya aynı zamanda, işçi sınıfının kimliğini dejenere eden, kimliğini çürüten ve sermaye-devlet-sendika sacayağında ifadesini bulan bir iki yüzlülüktür.

ATILIM
Return top