RSS FEED

Sayfalar

Orduda darbe geleneği ve solun kafa karışıklığı - Mahmut Sürmeli

Orduda darbe geleneği ve solun kafa karışıklığı * Mahmut Sürmeli

Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan günümüze tarihinin yarıya yakınını askeri diktalar ve olağan üstü hal yasaları altında geçirmiş, tüm tarihi boyunca ise sivil bir ana yasadan yoksun askeri vesayet altında hazırlanan anayasalarla yönetilen bir ülke olmuştur.

Kuruluş tarihçesi bir kurtuluş mücadelesi olarak çok abartılsa da asıl olarak ittihat terraki fraksiyonunun egemen olduğu bir önderlikçe, bir taraftan uluslar arası konjöktürün ve Osmanlının dağılma sürecine de girmiş olmasının yarattığı uygun ortamda kuruluşu gerçekleştirilmiş bir asker devletinden başka bir şey değildir. Yani, TC nin daha kuruluşu halk insiyatifine değil, Osmanlıda şekillenmiş askeri hiyerarşiye dayanmaktadır. İşte bu durum TC de hiçbir dönem bir halk iradesinin oluşmasına ve demokrasi kavramının vücut bulmasına olanak tanımamış, tanımamaktadır.

Tarihsel süreç içerisinde demokratikleşme yolunda yaşanan birkaç deneme söz konusudur. Bu dönemleri doğru irdelemek ve doğru tutum almak bu gün yaşanan dönemeçte ileri adımların atılabilmesinde önemli rol oynayacaktır diye düşünmekteyim. TC tarihinde ilk sivilleşme hamlesi olarak 1950li yıllar ve Demokrat Partinin iktidara gelişini sağlayan dönem olarak ele alınabilir kanısındayım. Demokrat partiyi oluşturacak olan kadroların, içinde bulundukları siyasal duruma kimi itirazlarla başlayan ve iktidarın gerçek sahiplerince hazmedilemeyen süreç, yalnız devletin ve ordunun siyasi örgütü konumundaki CHP nin yenilgisinin ötesinde anlam ifade ettiğini, yaşanan darbe ve başbakanını asan darbeci bir geleneğin oluşmasının adımı olarak tarih sayfalarındaki yerini aldı.

27 mayıs askeri darbesi bu ülkenin tarihinde yer eden en önemli olayların başında gelmektedir. Darbe yıllarına kadar iktidarın asıl sahibi olan TSK, ve bürokratik kast, DP iktidarında hız verilen kapitalist reorganizasyonu, konumlarının sarsılması olarak görerek, Türkiye de darbeler geleneğini başlatan ve sivilleşme yolunda atılmaya çalışılan adımların sonu olan hamleyi yaparak halk iradesinden ne anladıklarını göstermişlerdir.

TSK, 27 mayıs darbesi sorası oluşturulan 61 anayasasıyla mevcut durumunu güvenceye almış, Türkiye de askeri vesayetin anayasal güvenceye kavuşmasının adımları atılmıştır. Bu anayasa bir taraftan kısmi demokratik hak ve özgürlükleri sağladığı yanılsaması yaratırken, asıl olarak milli güvenlik siyaseti ekseninde yapılan düzenlemelerle askeri müdahaleleri ve bu düzenlemelerle demokratik hak ve özgürlüklere müdahale hakkının yasal çerçeveye oturtulmasını sağlamıştır. Özellikle bu dönemi emperyalizmle yapılan bağımlılık anlaşmalarını ve demokrat partinin kendi diktatörlüğünü kuruyor söylem ve propagandalarıyla meşrulaştırmaya çalışanlar, Türkiye sosyalist hareketi başta olmak üzere, tüm demokrasi güçlerinin kendi arkalarında saf tutmasını sağlayarak bir taşla en az iki kuş vurmayı başarmış oldular.

Bugün hala, yaşanmış bunca yıla ve yaşanmışlığa rağmen sosyalist hareketin önemli bir çoğunluğunun 27 mayıs’a bakışı akıllara durgunluk verecek durumdadır. Bu konuda kendini en arınmış gören siyasi gelenekler bile yaptıkları değerlendirmelerde, DP dönemi yaşanan olay ve olgular ele alınarak adeta darbenin nasıl zorunlu hale geldiği, okuyucuyu ikna edecek incelikle anlatılıp, sonrasında da “ulusalcı- Kemalist cenahında belirttiği gibi bir devrim niteliğin de olmadığı da açıktır.” gibi cümleler kurarak 27 mayıs darbesine bakışlarını özetlemiş oluyorlar. Ayrıca yalnız ulusalcı, Kemalist kesimlerin değil, bir çok sosyalist yapının 27 mayıs’ı devrim gibi nitelediği de sır değil. Kemalizm’in ittifak, ordunun anti emperyalist, ilerici olarak görüldüğü durumda yadırganacak bir durum olmadığını da belirtmek gerekiyor.

Dünyada yaşanan anti emperyalist ulusal kurtuluş mücadeleleri ve yükselen sınıf hareketlerinin buradaki yansımaları, özellikle ABD karşıtı kalkışmalar, büyük bir yanılsama içinde 61 anayasasının “demokratik” içeriğine ve ordunun “anti emperyalist” fonksiyonuna bağlanmış oluyor. Oysa, darbe gerekçesi yapılan hiçbir konuda tersi bir adım atılmadığı gibi, ABD ile ilişkilerin daha da geliştirildiği, sonrasında yaşanan tüm darbelerin ABD patentli olduğu artık sır değildir. Aynı hamurdan yoğrulan DP geleneği sonraki süreçte ordunun hikmetini anlayıp,12 mart muhtırasına alkış tutup, Denizlerin idamıyla sonuçlanan süreci Mendereslerin rövanşı olarak görmüştür. Aslında 27 mayıs darbesi ve 12 mart muhtırasıyla sistem içi tüm siyasi çizgiler askeri vesayet altında siyaset yapma konusunda mutabık kalarak, ordunun ayrıcalığı konusundaki tüm kafa karışıklıklarından kurtulmuş oldular. Bu kesimler için bugünde ciddi bir sorun görünmemektedir. Zaman, zaman, kimi farklılıklar nüksetse de uzlaşmaz çelişkileri olmadığı görülmektedir.

Bugün asıl sorun sosyalistlerle ilgili olandır. Kafa karışıklığı belikli devam etmektedir. 12 mart ve 12 eylül gibi iki dönemi yaşamış bir sosyalist hareketin bugün yaşadığı durum ciddi bir vaka olarak incelenmelidir. 28 şubatta adeta ordunun peşinde saf tutulduktan sonra, her gün yeni bir darbe planının ortaya çıktığı, darbe planlarının hayata geçirilmesi için uygulanan ve uygulanmak üzere yapılmış akıl almaz planlar ortalıkta dolaşırken bugün yaşanan bu vurdum duymazlık nasıl açıklanabilir?

Kanımca iki açıklaması olabilir diye düşünmekteyim, birincisi hala ilerici ordudan ilerici darbe beklentisi. Bu beklentide olanların ilerici orduya değil ordulu sosyalizm deneyimlerine bakmaları gerekiyor. İkincisi özellikle 12 eylülün travmasını atlatamayıp hala yaşanan korkuya bağlıyorum ki burada en yalın ifade ile, korkunun ecele faydasının olmadığını öğrenmiş olmamız gerekmez miydi diye düşünüyorum.

0 yorum:

Yorum Gönder

Return top