Kirvem,
Çilekeş milletimiz “darbe”ler sonucunda süklüm püklüm bir kenara çekilip, her defasında “ricat” ederken, neden sonra gari “yeter!” babında “silkinip”, böylece “güç”lerini dipçik, palaska, postallardan alan “zorba”lara karşı nihayet sesini yükseltip, bir bakıma sanki “rüştü”nü kanıtlayınca; otuz yıllık bir aradan sonra tümüyle olmasa da, en azından sağına soluna yapılan “yama”larla “yeni” bir anayasayı devreye soktu.
Eksiğiyle gediğiyle, ya da son zamanlarda dillendirilen ifadesiyle “yetmez ama evet!”çilerin yanı sıra, aynı zamanda da kesinlikle “evet” çizgisinden yana ağırlığını koyanlar aynı safta, aynı hizada yerlerini alırken, buna mukabil “Hayır demekte hayır vardır” diyenler ve her iki kesimin dışında tamamen ayrı bir kulvarda gardlarını alıp sandıkları “boykot” edenlerin çizdikleri tabloya, ya da “referandum “ sonuçlarını televizyon ekranlarına yansıtan renkli “harita”lara bakılırsa, memleket fiilen olmasa da görünürde sanki üçe bölünmüş durumda!
Öyle ya böyle sandıklara yansıyan sonuçların ardından kimilerimiz peşinen “bayram” edip, kimilerimiz de nedense “yas” tutarken, özüme kalırsa üzerinde düşünmemiz gereken asıl konu, Muhterem Başbakanımızın meydanlarda şiirsel bir ifadeyle altını çizerek dillendirdiği “üstünlerin hukukunun” yerine, “hukukun üstünlüğü”nün bu anayasa sayesinde gerçekten de rayına oturup oturmayacağıydı.
Çünkü kağıt üzerinde hepsi de birbirinden şatafatlı maddelerle yeni baştan donatılmış bu anayasanın, pratik yaşantımızda bizlere sunacağı “nimet” veya “külfet”lerin akibeti henüz meçhul…
Nitekim eskisine yamanan yeni maddelerle bir bakıma hafif yollu “restore” edilen bu anayasanın tümü hakkında başkaları ne düşünür tabii ki bilemem, ama bana kalırsa özellikle “pozitif ayrımcılık” la ilgili 10. madde de belirtilen “Kadınlar, çocuklar, yaşlılar, engelliler, harp ve vazife şehitlerinin yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı sayılmaz” ibaresi, aslında vicdanları ister istemez yaralıyor.
Yaralıyor, zira yıllardan beri neredeyse her Allah’ın günü “analar ağlamasın” tiratlarıyla milletçe hep beraber feryat figan edip dururken, öte yandan hepsi de bu ülkenin “evlat”ları olan gencecik delikanlılarını birbirlerine niçin ve nasıl “düşman” ettiğimizi sorgulayıp, bunun nedenlerini içtenlikle ortaya döküp, “silah” yerine “diyalog” yoluyla “meseleler”imizi çözmektense, işin kolayına kaçarak, görmezlikten gelerek, halı altına süpürerek, hamasi nutuklarla oyalanıp durduk ama nafile!
Nafile çünkü içine saplanıp kaldığımız bu “kirli savaş” dün olduğu gibi, bugün bu saat hâlâ sürüp giderken, ağlayan anaların gözyaşları maalesef bir türlü dinmedi, dinmiyor!
İşte şimdi de hepsi de bu coğrafyanın “ana”ları, “Anadolu” denen bu diyarların kadınlarından kimisine “dul”, veya onların “evlat”larına “şehit” veya” gazi”lik ünvanıyla “pozitif ayrımcılık” uygulayıp, buna mukabil kimi gözü yaşlı anaların feryatlarına bir bakıma kulak tıkayıp, acılarına bir kalemde sünger çekmek, anayasal çizgide “eşitlik ilkesine” ne denli yakışır, ya da “adalet” terazine ters mi düşer, bilemiyorum Kirvem!..
Return top
0 yorum:
Yorum Gönder